İnsan yaşadığı toplum ve ait olduğu kültür çerçevesinde kendi kimliğini oluşturur ve hayatını bu kimlik gereği idame ettirir. Oluşturduğu bu kimliğin yanı sıra olmak istemediği bir “ÖTEKİ” vardır. Kendisinde istemediği bütün özellikleri ona yükler. Fakat farkında değildir ki o öteki kendisini tamamlar ve asıl kimliğimiz olan “İNSAN”ı oluşturur. İnsan, tarihsel süreç boyunca öteki ile kavga halindedir. Oysaki farklılıkları kabul edip “insan olmak üzerine yoğunlaşsa anlayacaktır ki ikisi aynıdır.

Ötekileştirmenin temelinde aidiyet duygusunun süreç içerisinde abartılıp saptırılması ve ortak değerlerin unutulması yatar. İnsan aynı dili konuştuğu, aynı şekilde hayatını idame ettirdiği bir topluma ait olmak ister. Bu tabii istek ona ihtiyaç duyduğu güvenli ortamı sağlar. Bir grup insanı birleştiren ırk,din,dil,ideoloji zamanla insanları ayrıştırmakta kullanılır. Ayrıştırıcı zihniyet bu kavramların adı altında insanları kategorize ederek ötekini tanımlar ve insana ortak değerlerini unutturur. İnsanlar arası farklılıkların daha çok negatif duyguları ön plana çıkarttığı bu çağda aranılan o huzurlu ortamın sağlanması ancak ötekinin fikrinin de seninki kadar değerli olduğunun farkına varmak ve ortak paydamız olan “insan olmak”ta buluşmak ile mümkündür.

 

benlik

Farklı seslerin her geçen gün arttığı modern dünyada “insan olmak”da buluşmak, farklılıkları çeşitlilik olarak görebilmek ve bu farklılıklardan beslenip, gelişmekle gerçekleşecektir. Bu farklılıkları zenginliğe dönüştürmek için öncelikle beni ben yapan ve ötekini ben yapan temel ilkeler algılanmalı; sonrasında ise diğer beni ötekine dönüştüren aidiyet altında varolmaya çalışan, devamında insanları kategorize etmeye kadar varan kavramlar irdelenmeli. Ayrıştırıcı zihniyetten çıkıp bize varabilmeli insan; her bireyin kainatın bir parçası ve aynı zamanda başlı başına bir kainat olduğunu kabul etmeli. Kemal Sayar’ın Hayat Teselli Bulmaktır kitabında dediği gibi: “Ötekinin sesinin de senin sesin kadar değerli şeyler söyleyebileceğini teslim etmen gerek.” [1]

Ötekileştirmenin fanatizme dönüştüğü modern dünyada, bu algımızın bedeli her geçen gün daha da ağırlaşmaktadır. İnsanlar siyasi düşünce farklılıkları, dini görüş farklılıkları, hatta tutmuş oldukları spor takımlarının farklılıklarından dolayı ötekinin canına kast edebilecek düzeye gelmiştir. Her geçen gün toplumun dejenere olması ve kültürel farklılıkların artması sonucunda böyle eylemlerin sayısı hızla artmaktadır. Çağrı Mert Bakırcı’nın Bir İnsan Davranışı Olarak “Fanatizm” yazısında da belirttiği gibi: “Bu insanlar yine aidiyet duygularını pekiştirmek ve egolarını tatmin etmek için, diğer insanların görüşlerini hiçe saymaktadır.”[2] Başta sadece bir gruba ait olma ihtiyacından ortaya çıkan ayrıştırıcı zihniyetin dışa vurumu önü alınamaz kaoslara dönüşmektedir. Oysa Kemal Sayar’ın dediği gibi: “Birbirimize hoşça bakabileceğimiz daha güçlü ve sahih bir aidiyete ihtiyacımız var. Benim sende dirileceğim, senin bende dirileceğin bir aidiyete…”[3]

Aidiyet ihtiyacımızı kontrol altında tutmalı, aidiyet adı altında oluşturduğumuz kavramları abartıp olması gereken konumlarından saptırmamalıyız. Diğer beni “ÖTEKİ” yerine koymalı bırakmalı; onu keşfetmeli, onda kendimizi keşfetmeli ve bize varabilmeliyiz. Samimi bir muhabbet kurmalıyız diğer benle. Koskocaman kainatın birer parçası olduğumuzu ve başlı başına bir kainat oluşumuzu farketmeli ve “insan olmak”da buluşabilmeliyiz.

Hatice ARISOY
Kaynakça
[1] SAYAR, K. (2017), Hayat Teselli Bulmaktır, İstanbul: Timaş.
[2] BAKIRCI, Ç. M. (2011), (Bir İnsan Davranışı Olarak ”Fanatizm”), 24 Ekim 2018 tarihinde https://www.google.com.tr/amp/s/evrimagaci.org/bir-insan-davranisi-olarak-fanatizm-256/amp adresinden alındı.
[3] SAYAR, K. (2017), Hayat Teselli Bulmaktır, İstanbul: Timaş.